Altunkaya, Niyazî-i Mısrî'de Vahdet-i Vücûd'u Anlattı

İnönü Üniversitesi Niyazî-i Mısrî Araştırmaları Merkezi tarafından "Niyazî-i Mısrî'de Vahdet-i Vücûd" başlıklı konferans düzenlendi.

Altunkaya, Niyazî-i Mısrî'de Vahdet-i Vücûd'u Anlattı
20 Nisan 2014 - 09:54 - Güncelleme: 08 Mayıs 2014 - 23:46

İnönü Üniversitesi Niyazî-i Mısrî Araştırmaları Merkezi tarafından "Niyazî-i Mısrî'de Vahdet-i Vücûd" başlıklı konferans düzenlendi.

 

Hoca Ahmet Yesevî Salonu'nda gerçekleştirilen konferansa İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hulusi Arslan, Niyazî-i Mısrî Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Hasan Kavruk, öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı.

 

Bu konferansın, spekülasyonlara açık bir kelamî/tasavvufî konuyu aydınlığa kavuşturmayacağını belirten İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa Altunkaya, aynı zamanda bölge ve dünya gelişmelerinde dinin rolünün, Osmanlı varisi Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihsel ve düşünsel kimliğinin arka planının, 25 yıldır planları yapılan Müslüman savaşlarının fikrî zeminine de ışık tutacağını ifade etti.

 

Ekonomiden siyasete, dinden felsefeye, teknik, hendese, estetik tüm alanlara varıncaya kadar bütün bilimlerin bir şekilde birbiriyle ilişkili olduğunun bilindiğini ifade eden Yrd. Doç. Dr. Mustafa Altunkaya, sözlerine şöyle devam etti: Hz. İsa'dan sonra 80'inci yılda yazılan İncil'in "At the beginning was the word and the word was with God" şeklinde başlayan kelam felsefesi sünaiyyeti/ikiliği iş'arla başlar. Resmi İncillerin bu sünai yaklaşımına karşılık Kur'an-ı Kerim: "O evveldir, âhirdir, zâhirdir, bâtındır" der. Her şeyden önce Vacibu'l-Vücûdun var olduğunu ve yine her şeyden sonra yalnız O'nun baki kalacağını bildirir. Dolayısıyla Allah ile beraber hiçbir şeyin mevcut olmadığı bir ana işaret eder. Resmi İnciller böyle söylerken Hakkâri'de bulunan ve birçok ülkenin ilgisini çeken İncil'in sırrı, İsa'dan 325 yıl sonra Aziz Nestorius'un aforoz edilerek Roma'nın siyasal yapısı ile uyumlu bir Hıristiyanlığın teolojik düzenini tehdit etmesi yönüyle ilahiyatın ekonomi-politik ile çok yakın hatta iç içe bir ilişki içinde olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.

 

Vahdet-i Vücûd meselesi de İslam tarihi içinde nice kamplaşmalara neden olmuş spekülatif bir alandır. Emevîlerin 'Kur'an mahlûk mudur değil midir' tartışması da benzer bir teolojik alan tartışması olarak politik arka plana sahiptir.

 

Panteizm suçlamasıyla Vahdet-i Vücûd'u şirk olarak değerlendirmek ilmî bir yaklaşım olmadığı gibi Vahdet-i Vücûd adına bir kısım sûfîlerin şathiyelerini görmezden gelmek de ilmî bir yaklaşım olmayacaktır. Meseleyi objektif kriterlerle ele alacak olursak Niyazî-i Mısrî'nin Vahdet-i Vücûd anlayışı panteizmden farklıdır. Panteizmde Kâinat, Allah iç içedir, Niyazî-i Mısrî'de ise Allah kainattan münezzehtir, zatı her türlü maiyetten aridir. Sadece Allah'ın sıfatları varlık dünyasında belirmiştir. Dolayısıyla Allah zatı ile kâinatın içinde değil sıfatları ile içindedir.

 

Niyazî-i Mısrî ve selefleri böyle düşünmektedirler ancak buna rağmen İmam-ı Rabbani, Ahmed-i Rufai, Burhaneddin Nakşibendî gibi mutasavvıf âlim ve yazarlar vahdet-i vücûd anlayışını temkinle karşılamış ve taşıdığı mahzurlardan dolayı reddetmişlerdir. Bunun yerine Vahdet-i Şuhûd anlayışını benimsemişlerdir.

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum