ELİF NİSA

ELİF NİSA

[email protected]

Güzel Sözle ‘Cihad’ Lâzım…

22 Ekim 2018 - 22:37

Bütün gücünü kullanma ve mücadele anlamına gelen cihad, Allah'ın dinini yayma mücadelesidir, tebliğdir. İnananların cihadı kendi nefisleri ve yeryüzündeki kötülüklerledir.  Nefsindeki ve çevresindeki kötülüklerle mücadele eden mümin, kendisinde ve diğer insanlarda sevgi, saygı, şefkat, merhamet, barış, güven ve adalet gibi değerlerin hâkim olmasına vesile olur.

İnsanlara Kur’an ahlakını anlatmak, Kur’an’la öğüt vermek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak; tümü birer çağrıdır ve en güzel sözlerdir. "Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyen" (Fussilet 41; 33) insanlar, Allah’a davet eden samimi iman sahipleridir.

Kur’an, inanan insanların inanmayanlara ve zulmedenlere karşı sergilemeleri gereken tavrı, “İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir… (Fussilet 41; 34-35) ayetiyle haber verir.

İnsanları yanlış olandan sakındırmak, doğruları anlatmak, toplumdaki sapkın görüşlerle fikir mücadelesi yapmak, özellikle yaşadığımız dönemde her Müslüman'ın önemli sorumluluğudur. Bozgunculuk çıkaran, huzur ve düzeni bozan, barışı engelleyen fitnenin yeryüzünden kaldırılması gereklidir. Ancak bu topla tüfekle, kanla değil, fikir mücadelesiyle olacaktır. Çünkü asıl hedef fitnenin beynidir!

Cihad, “Öyleyse kafirlere itaat etme ve onlara (Kur'an'la) büyük bir cihad ver.” (Furkan 25; 52) ayeti gereği Kur’an’la olur. Kur’an, gerçekleri insanlara tebliği emreder, tehdit ve şiddetten men eder. Baskı ve zorlama İslam’da yoktur. Kaldı ki zorlayarak ne Allah inancı ne sevgi ne de saygı olur. Bir insan zorlanırsa onuru ve şerefi kırılır. İslam'da ise imanî onur esastır. Zorlama olduğunda, şirkten arınmış gerçek bir tevhid inancı için gereken samimiyet ortadan kalkar.

Tebliğ; iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, insanları doğrulara davet etmektir. Allah Müslümanlara namaz, oruç, zekat ibadetleri gibi tebliğ yapmayı da emretmiştir. Tebliğde, karşıdaki kişinin görüşleri, düşünceleri, inancı, cinsiyeti, ırkı, içinde yaşadığı toplumdaki kariyeri ayrım ya da tercih nedeni değildir. Çünkü Allah, tüm insanlığa tebliğ yapılmasını buyurur.

İnsanlık tarihi boyunca, bizler için önemli birer örnek olan peygamber ve elçiler de dönemlerinde yaşayan, ulaşabildikleri herkese ve toplumların önde gelenlerine tebliğ yapmışlardır.  Müşriklerin alay etmelerine, baskılarına, hakaretlerine ve iftiralarına rağmen, bu ibadeti yerine getirmişlerdir. Deli, büyücü, çıkarcı gibi sözlerle kendilerini alaya almaya çalışan kişilere de doğruları anlatmışlardır.

Kur'an'daki peygamber kıssaları, tebliğin ayrım gözetmeden her insana yapılması gerektiğini haber verir. Yusuf(as)'ın zindandaki mahkûmlara, İbrahim(as)'ın devrin en azgın karakteri olan Nemrud’a tebliğ yaptığını görürüz. Diğer yandan Musa(as) Firavun’a tebliğ yapmıştır; kaldı ki Firavun İlâhlık iddiasında bulunan bir inkârcıdır.  Nemrud ve Firavun, şeytanın adeta kabuk gibi bağladığı kişilerdir. Tebliğde ayrımcılık yapılması gerektiğini söyleyenlerin mantığına göre Firavun ve Nemrud'a asla tebliğ yapılmaması gerekirdi. İnanan her insan, yaşadığı dönemin Firavun ve Nemrud'larına tebliğle sorumludur. Dolayısıyla müminler böyle bir sınır çizmezler.

Ayrıca tebliğ, Allah'ı gereği gibi tanımayan ve Allah sevgisinden habersiz olan kişilere, kısacası ihtiyaç içinde olan herkese yapılır. Allah'ı gereğince tanımayan bir insanın, Kur'an'a uygun olmayan düşünce, davranış ve görünüş içinde olması doğaldır. Hatta tebliğ yapan insana karşı üslûbu olumsuz da olabilir. Ancak mümin tebliğden vazgeçmez; çünkü "... bundan önce siz de böyle idiniz; Allah size lütufta bulundu...” (Nisa 4; 94) ayetiyle bildirildiği gibi kendisi de daha önce cahil davranışlarda bulunmuştur. O her imkânı değerlendirir ve farklı yöntemlerle tebliğini sürdürür. Şeytanın tuzaklarıyla dolu engebeli hayat yolundaki azığın en hayırlısı takvadır çünkü.

Hidayeti verecek olan Allah'tır. Bu nedenle mümin zorlayıcı olmaz, baskı da yapmaz. O yalnızca hakkı anlatır; Allah lütfederse kişi Allah'a yönelir. Ancak kişi yüz çevirir, kabul etmezse mümin, "sizin dininiz size benim dinim bana" hükmüne uyarak tebliği bırakır.

İman edenler, Allah'ın buyruğuna uyarak inkârcılara sevgi duymazlar. Ancak mümin, Allah'tan yüz çevirmiş birine karşı sevgi duymasa da o insanın iman etmesi için elinden gelen çabayı gösterir. Mümtehine Suresi, 1. ayette "... Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkar etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hala sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur." ifadesiyle inkârcılara sevgi yöneltmeme uyarısı yapılır. Bu kuşkusuz, o kişiye öfke duyma, onun kötülüğünü isteme anlamına gelmez. Tam aksine mümin, öğüt alabilecek olan insanlara dini tebliğ etmek, ölümü, ahireti, cennet ve cehennemi anlatmak, Kur'an'la uyarmakla yükümlüdür. Bu görevleri isteyerek ve şevkle yapar.

Samimi mümin, hatalar yapan insanı bırakıp gitmez. Hastalanan çocuğunu yalnız bırakmayan bir anne gibi… Şefkat gösterip merhamet ederek, iyiliği emrederek, kötülükten sakındırarak yanında olur.

 

Kuşkusuz en büyük silah sevgidir. İman, akıl ve ilim, sevgi ile birleştiğinde dünyanın en büyük gücü oluşur. İnsanı en etkileyen silah tehdit, saldırı, yaralamak ve kan mıdır, yoksa sevgi, şefkat ve merhametle yaklaşmak mıdır?..

 

İnsanlara nefretle yaklaşmak çok anlamsızdır; Kur'an ahlâkında nefret ve kin yoktur. Bazı cahil kişilerin, farklı dinden hatta farklı mezhepten olanlara karşı nefretle ve gözü dönmüş bir üslupla yaklaşmaları çok çirkin bir davranıştır. Bu dehşet verici üslup sebebiyle tüm Müslümanların bu yapıda olduğu zannedilmiş, İslam’a karşı dalga dalga bir nefret yayılmıştır. Bu cahil ve bağnaz kesim yüzünden Müslümanlara karşı önyargı oluşmuştur.  Bu kişilere sormak gerekir; Allah bizim neden kin duymamızı, nefret etmemizi istesin? Cennette kin ve nefret var mıdır?

Müslüman kindar olmamalı, nefretten arınmalıdır. Adil olmalıdır; bütün insanlara aynı gözle bakmamalı, zulmedeni suçsuz insanlardan ayırt etmelidir.  Aralarında zulmedenler olduğu bahanesiyle bütün bir topluma cephe almaktan söz edilebilir mi? Bu, orman kanununa tabi, ilkel ve cahil kabile toplumlarında olur. Zalimlerin özelliği olan bu davranış,  Müslümana asla yakışmaz.

İslam barış ve esenlik dinidir. Allah, insanları seçip beğendiği dine; barışa ve esenliğe davet eder. Bu aydınlık ve dosdoğru yolu seçenler, Allah'ın ‘iyiliği emredip kötülükten sakındırma’ yükümlülüğünü gerektiği şekilde yerine getirdiklerinde, pek çok insan Kur’an'a yönelecek ve Allah'ın hoşnutluğunu hedef edinen bir yaşam sürmeye başlayacaktır.

Merhamet nefsi zorlar; merhamet etmek çaba ister, emek ister. Özellikle zulmün azgınlaştığı bu dönemde nefsin bencil arzularına kapılmamak lâzım. Kalbi karartan kin ve nefretten sıyrılmak, kötülüğü iyilikle uzaklaştırmak lâzım. Samimi iman ediyorsak, Kur’an’ın emrine uymak, sabrı birbirine tavsiye edenlerden, merhameti birbirine tavsiye edenlerden olmak lâzım… Peygamberimiz (asm)’ın aydınlattığı yolda güzel ahlâk göstererek örnek olmak, insanları hikmetle ve güzel öğütle kalpleri imana ısındıran Kur’an ahlâkına davet etmek lâzım… Sevgiyle, şefkatle, akılla, bilimle, Kur’an’ın hakikatleriyle, dostluk ruhuyla, kurtarıcı ve kazanıcı ruhla hareket etmek lâzım… Güzel sözle cihad etmek lâzım.

Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler… (Bakara 2; 218)

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum